“Özker Özgür: Kıbrıs Türk Solunun Mücadele Adamı-Öğretmeni” kitabının sunumunda Yardımcı Doçent Nikos Muduros’un yaptığı konuşma

Vretçalı Hoca – Özker Özgür” kitabının Yunanca baskısı “Özker Özgür: Kıbrıs Türk Solunun Mücadele Adamı-Öğretmeni” kitabının sunumunda Yardımcı Doçent Nikos Muduros’un yaptığı konuşma

Değerli dostlar,

Arkadaşım Abdullah Korkmazhan’ın “Özker Özgür: Kıbrıs Türk Solunun Mücadele Adamı – Öğretmeni” adlı kitabı hakkında konuşma davetini büyük bir mutlulukla kabul ettim. Olumlu cevabımın dayandığı pek çok nedenden ikisi şunlardır: Apo, benim de bir parçası olduğum Kıbrıs Üniversitesi Türk ve Ortadoğu Çalışmaları Bölümü doktora programından mezundur. Bu nedenle, ülkemizdeki bir üniversiteyi tercih ederek eğitimine devam eden bir Kıbrıslı Türk’ün akademik çabası hakkında konuşmak benim için bir onurdur. İkinci neden ise elbette kitabın kendisi ve yayımlanmasıyla karşıladığı ihtiyaçtır. Bu noktada yazarın eserinin bugün bize ulaşmasında, eserin çevirisini yapan Maria Siakalli’nin ve basımını üstlenen Almyra Yayınları’nın emeğinin büyük olduğunu vurgulamakta yarar vardır.

Benim değerlendirmem, Abdullah Korkmazhan’ın kitabının kamuoyunda gündeme getirdiği önemli meseleleri oluşturduğuna inandığım üç boyutunu vurgulamakla sınırlı olacak.

Birinci boyut: Tarihin ve şahsiyetlerin önemi

Muhtemelen, yüzyıllar boyunca milyonlarca sıradan insanın İtalya’daki Rubikon nehrini geçtiği doğrudur. Ancak yalnızca Julius Sezar’ın söz konusu nehri geçmesi bize önemli bir tarihsel olay olarak aktarılmıştır. Şimdi Sezar ve Rubikon’un bugünkü etkinliğimizle ne alakası olduğunu merak ediyor olabilirsiniz. İlk bakışta haklı olabilirsiniz. Açıklayayım…

Çoğu zaman öğrencilerimi sınıfta içgüdüsel olarak tanıdıkları Kıbrıslı Türk siyasi liderin kim olduğunu söylemeye teşvik ediyorum. Cevap -eğer verilirse- hemen hemen her zaman aynıdır: Rauf Denktaş. Sanki o, “Rubikon’u geçen tek kişi” olan Sezar’mış gibi. Peki bu neden oluyor?

“Tarih nedir?” sorusunun cevabı çoğu zaman sadece zaman içindeki konumumuzu yansıtır. Ama bazen de toplumumuzu nasıl gördüğümüz, onu nasıl değiştirmek istediğimiz gibi daha geniş ve daha önemli bir sorunun cevabının bir parçası olabilir. Yani genç öğrencilerin içgüdüsel cevapları tesadüfi değildir. Kıbrıs Rum toplumunda Kıbrıs tarihine ilişkin hâkim algının yansıması, çoğu zaman Kıbrıs Türk toplumunda da görülmektedir. Adanın tarihine ilişkin baskın algının yeniden üretilmesi ve sürdürülmesi için, diğer toplumda da buna karşılık gelen ilgili tarihsel materyalin öne çıkarılması gerekir. Bir Denktaş her zaman işe yarar. Ve bu durum yalnızca onun Kıbrıs sorununun gidişatında olumsuz rol ve etki sahibi tarihi bir şahsiyet olmasından kaynaklanmıyor.

Dolayısıyla “Özker Özgür: Kıbrıs Türk Solunun Mücadele Adamı-Öğretmeni” kitabı bu noktada Kıbrıs tarihine ilişkin hegemonik algıda bazı çatlaklar meydana getiriyor. Rumca konuşan okuyuculara Kıbrıs Türk toplumunun bambaşka bir yanı hakkında yeni bilgiler sunuyor. Bu aslında egemen taksimci ideolojiyle doğrudan çatışma içinde olan Kıbrıslı Türklerin bir yanıdır. Burada söz konusu olan, Kıbrıs’ın jeopolitik kimliğine ilişkin alternatif bir vizyon ortaya koyan önemli aktörlerden birinin biyografisidir. Bu siyasi aktörler, belirli bir noktadan sonra siyasal eylemleriyle de stratejik öneme sahip en azından şu iki dinamiği öne çıkarmayı başarmışlardır:

İlk olarak, adamızın, ortak vatanımızın farklı bir şekilde algılanmasını. İkinci olarak ise Kıbrıs Türk toplumunun ideolojik ve kültürel özerkliğine katkı yaparak, onu Türk ulusunun siyasal uzantısı olarak gören hâkim anlayıştan uzaklaştırılmasını.

Dolayısıyla Özker Özgür, bu iki dinamiği de ifade ederek, eylemleriyle yerel güçleri (bu somut durumda Kıbrıslı Türkleri) Kıbrıs tarihinin önemli özneleri haline getiren Kıbrıs’ın önemli siyasi şahsiyetleri arasında yer almaktadır.

“Özker Özgür: Kıbrıs Türk Solunun Mücadele Adamı-Öğretmeni” kitabı bir siyasi liderin biyografisinden çok daha fazlasıdır. Fanatizmi ve uzlaşmayı, milliyetçiliği ve sınıfsal birliğe duyulan ihtiyacın farkına varılmasını her iki “yakada” da yaşamış bir insanın hayatı üzerinden modern Kıbrıs tarihinin seyrini yansıtan bir ayna işlevi görüyor.

Kıbrıslı Rum okuyucu, bir Kıbrıslı Türk’ün milliyetçi bir kimlikten ayrımları aşmaya nasıl geçiş yaptığını okurken, adanın tarihinin bilinen ve bilinmeyen yönlerini yeniden keşfedebilir. Korkunun nasıl doğduğunu, fanatizmin nasıl beslendiğini ve nasıl tedavi edilebileceğini daha kapsamlı bir şekilde değerlendirebilir.

İşte kitabın ikinci boyutuna bizi getiren nokta tam da burasıdır.

İkinci boyut: Milliyetçi birisi devrimci olabilir mi?

Butterfield tarih yorumu üzerine yaptığı çalışmada şunları vurgulamıştır: “Tarihin bütün günahları ve hurafeleri, geçmişi incelerken bir gözüyle bugüne bakmaktan kaynaklanır”. “Tarih-karşıtı” ya da “tarih-dışı” teriminin esas yönü budur. İşte kitap, Özgür’ün milliyetçi olarak adlandırılan dönemini anlatırken tam da bundan kaçınmaya çalışıyor.

“Özker Özgür: Kıbrıs Türk Solunun Mücadele Adamı-Öğretmeni” kitabında anlatıldığı üzere, Özker Özgür’ün yaşamının ilk dönemi 20. yüzyılın ortalarında Kıbrıs Türk toplumunda milliyetçi bilincin oluşumunu akıcı bir şekilde yansıtmaktadır. Derin bir güvensizlik ve toplumsal korkunun hüküm sürdüğü bir dönemde yetişen genç öğretmen, 1950’li yıllarda yaşananları toplumunun tehdit ve hayatta kalma ihtiyacı prizmasından algılamaktadır. Günlüğüne “Bir Türk olarak Türk bayrağı altında özgürce yaşamak istiyorum” diye yazarken, o dönemde Kıbrıslı Türk gençler arasında hâkim olan kimlik duygusunu sade ama bir o kadar da tutkulu bir şekilde özetlemektedir.

Ancak onun bu tutumu körü körüne bir nefretten kaynaklanmıyor. Kitaptan öğrendiğimiz kadarıyla o dönemdeki siyasi tutumları asimilasyon korkusundan ve terk edilmişlik duygusundan kaynaklanıyordu. Özgür, güvenliğin tek garantisinin bölünme olduğunu düşünerek “Ya Taksim Ya Ölüm” sloganını benimsiyordu. “Kıbrıslı Türkleri Kıbrıslı Rumlarla birlikte yaşamaya zorlayan” Menderes’in politikasından duyduğu hayal kırıklığı onun milli coşkusunun derinliğini ve iki toplumun ortak bir geleceğinin imkânsız olduğuna olan inancını göstermektedir.

Kitapta o dönem, hiçbir abartıya yer verilmeden, tarihsel koşulların, sömürgeci manipülasyonların ve toplumsal baskıların ürünü olarak ele alınmaktadır. Özgür’ün milliyetçi evresi sadece bir hata olarak değil, ama daha çok onu deneyim yoluyla, tek Kıbrıs halkı ve ortak vatan Kıbrıs fikrine doğru radikal dönüşüme götürecek bir başlangıç noktası olarak sunulmaktadır. Bu dramatik karşıtlık aracılığıyla, kişisel kimlik ile kolektif tarihin nasıl iç içe geçtiğini aydınlatan eser, Özgür’ü yalnızca politik bir özne olarak değil, Kıbrıs’taki bölünmenin ve bunun üstesinden gelme olasılıklarının yaşayan bir sembolü olarak da resmetmektedir.

Üçüncü boyut: Sola dönüş ve Özker Özgür’ün ideolojik olgunlaşması

Özker Özgür’ün milliyetçilikten Marksistliğe ve Kıbrıs Türk Solunun liderine dönüşümü modern Kıbrıs tarihindeki siyasi ve ahlaki olgunlaşmanın en çarpıcı örneklerinden birini oluşturmaktadır. Bu değişim süreci bir anda olmadı. Derin bir yaşam tecrübesinin, sürekli öz eleştirinin, 1960’lı ve 1970’li yılların toplumsal gerçekliğiyle olan temasın sonucuydu.

Kitabın ilerleyen bölümlerinde vurgulandığı gibi, toplumlararası çatışmalar ve Kıbrıslı Türklerin tecrit edilmesinin ardından, Özgür ayrılıkçı söylemlerin sadece burjuva elitlerine hizmet ettiğini görmeye başladı. Bir öğretmen ve hem Kıbrıs Türk hem de Kıbrıs Rum toplumlarında günlük yoksulluğun gözlemcisi olarak kişisel deneyimi gerçek bölünme çizgilerinin etnik değil, sınıfsal olduğunu fark etmesini sağladı. Sol görüşlü aydınlar ve sendikacılarla kurduğu temaslar ve onun Marx, Engels ve Lenin’in eserleriyle entelektüel tanışıklığı onun siyasal dönüşümünde belirleyici etkenler oldu. Kitapta akıcı bir şekilde anlatıldığı gibi, AKEL ile bir zamanlar illegalite içerisinde gerçekleştirdiği temasları da aynı doğrultuda etkileyici oldu.

Bu yeni bakış açısı tek Kıbrıs halkının tek bir işçi sınıfına sahip olması gerektiği ve bu sınıfın da yalnızca bir işçi sınıfı partisinin olabileceği görüşünde somutlaşıyordu. Tam ayrışma yaşanan bir dönemde o radikal bir öneride bulunarak “Kıbrıs işçi sınıfının yalnızca bir partisi vardır. O da AKEL’dir” diye özellikle belirtiyordu. Onun bu sözü sıradan bir slogan değildi. Milliyetçi tecrit koşullarında toplumların özgürlüğe ve toplumsal adalete ulaşamayacağına dair siyasi ve ahlaki inancını dile getiriyordu.

Kitabın çok önemli bir katkısı da Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin toplumun demokratik merkez partisi olmaktan çıkıp kitlelerin sol partisi haline gelmesine yol açan gelişmeleri adım adım anlatmasıdır. Bu noktada, sol görüşlü öğrencilerin Türkiye’de eğitimlerini tamamlamasının ardından Cumhuriyetçi Türk Partisi’ne davet edilmesi ve üyeliğe kabul edilmesi kararının bu sürecin doruk noktası olduğunu öğreniyoruz. AKEL ile yapılan gizli istişarelerin sonucu olduğu anlaşılan bu kararın başaktörlerinden biri de Özgür’dü. Bu şekilde Özgür’ün, Kıbrıslı Türk emekçilerin toplumsal mücadelesinin ancak kitlesel, halkçı bir parti aracılığıyla örgütlenebileceğini ve Kıbrıslı Rum emek ve sol hareketiyle bir iletişim kanalı yaratılabileceğini çok iyi anladığını görüyoruz. Onun önderliğinde CTP ideolojik kimlik kazanıp toplumsal olarak kökleşerek, siyasal hayatta kalma aracı olmaktan çıkıp sınıf bilincinin ve barış perspektifinin aracı haline geldi.

Dolayısıyla Özgür’ün sola dönüşü sadece kişisel bir tercih değildi. Kıbrıs gerçeğini yeniden yorumlamaya yönelik siyasi bir eylemdi. O, emekçilerin toplumsal eşitlik ve insan onuru için ortak mücadelesiyle adanın yeniden birleşebileceğine olan inancı kendi kişiliğinde somutlaştırdı. Yukarıdaki açıklamanın bir diğer önemli boyutu da budur.

Sonuç:

Kitap genel olarak Kıbrıs Rum toplumunun Kıbrıs Türk toplumunu “öteki” olarak değil, aynı arzulara, korkulara ve umutlara sahip insanlar olarak görmesi için ilham verebilecek siyasi ve ahlaki bir belgedir. Her şeyden önce barışın “yukarıdan” aşağıya doğru inşa edilmediğini, kendilerini ve çevrelerindeki toplumu değiştirmeyi başaran insanlardan ve hareketler tarafından “aşağıdan” yukarıya doğru inşa edilen sürekli bir süreç olduğunu hatırlatmaktadır. Bu kitapta nadir rastlanan bir içtenliğe sahip. Tarihi “anlatmıyor”, değişen, kendini sorgulayan Özgür gibi bir insan üzerinden tarihi canlandırıyor. Ve bu, hala açık yaraları olan Kıbrıs toplumu için çok önemli bir değer taşıyor.

26 Kasım 2025

Σχολιάστε